Türkçetr
Mir.az » Kitaplar » Jean Piaget "Genetik Epistemoloji - Çocukta Ruhsal ve Zihinsel Gelişme" PDF

Jean Piaget "Genetik Epistemoloji - Çocukta Ruhsal ve Zihinsel Gelişme" PDF

Jean Piaget "Genetik Epistemoloji - Çocukta Ruhsal ve Zihinsel Gelişme" PDF
  • Değerlendirme: 1
  • Yorumlar: 0
Popülerlik 100% 100%


Dikkat Çekenler

Genetik epistemoloji veya 'gelişimsel bilgi teorisi', İsviçreli psikolog Jean Piaget tarafından kurulan bilginin (epistemoloji ) kökenlerinin (genesis) incelenmesidir. Bu teori geleneksel epistemolojiye karşı çıkar ve yapılandırmacılık ile yapısalcılığı birleştirir.

Jean Piaget, yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir ve Piaget’ye bu özelliğini veren de düşünsel ilgilerinin geniş kapsamı ve farklı bilimler arasında kurduğu ilişkilerdir. Farklı bilim alanlarında araştırmalar yapmış olan Piaget, bilimsel yaşamına bir doğa bilimci olarak başlamıştır. Fakat Piaget genel olarak bir ruhbilimci olarak tanınır. Piaget’in ortaya koyduğu genetik epistemoloji kavramı, onun bu iki bilim alanından hareketle bilginin oluşumuna ve kaynağına ilişkin düşüncelerini ifade etmek amacıyla kullandığı bir kavramdır. Piaget yazdığı özyaşamöyküsünde, bu kavrama temel olacak itkinin kendisini ifade ederken felsefeyle tanışmasına özel bir önem verir ve bu tanışmanın onun için zihinsel bir şok olduğunu belirtir:

“Bilme sorunu birden bana tamamıyla yeni bir bakış acısıyla ve ilginç bir inceleme konusu olarak göründü. Yaşamımı bilginin biyolojik açıklamasına adamama neden oldu.”

Piaget, düşünsel yaşamının bundan sonraki bölümünün çoğunu, bu kavramın kuramsal olarak yapılanmasına ve deneylerle sürekli sınanmasına adar. Genetik epistemoloji kavramı, Piaget’nin bu süreç boyunca yaptığı deneysel ve kuramsal ruhbilim çalışmalarının sonuçlarını felsefe açısından yorumlama girişiminin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Genel anlamında bu kavramı içeriklendirmeden, Piaget’in bu yaklaşımın iki temel ayırıcı özelliğini ifade etmek gerekir.

Öncelikle Piaget, algılamayla başlayıp karmaşık zihinsel yapılarla sona eren biliş sürecinin, bütün düzeylerinde öznenin oynadığı etkin rolü kabul eder ki burada etkinlikten anlaşılan, öznenin nesneyi sürekli dönüşüme uğratmasıdır. İkinci olarak Piaget, bilişsel ilişkiyi, dizgesel ve yapısal yaklaşım çerçevesinde yorumlamaktadır. Öncelikle Piaget’nin kendi bilgi kuramının temel kavramı olan genetik epistemolojiden ne anladığını açıklamaya çalışacağız.

Genetik epistemoloji bilgiyi, özelde bilimsel bilgiyi, onun tarihi, toplumsal türeyişi ve özellikle de üzerinde kurulduğu kavram ve işlemlerin psikolojik kaynakları gibi temeller üzerinde açıklamaya çalışır.

Pek çok felsefeci ve epistemolog için epistemoloji, bilginin şu anda varolduğu biçiminin bilgisidir; bilginin kendisi için ve gelişmesine bakılmaksızın, kendi çerçevesi içinde çözümlenmesidir. Bu kişilere göre düşüncelerin ya da işlemlerin gelişmesini incelemek epistemologların değil, olsa olsa tarihçilerin veya psikologların ilgi alanına girer. Oysa Piaget’nin karşı çıktığı tam da bu düşüncenin kendisidir. Piaget’ye göre “bilimsel bilgi” sürekli evrim içindedir, günden güne değişmektedir. Bilimsel düşünce anlık değildir; durağan bir an değil, bir süreçtir. Daha da özelde sürekli, kesintisiz bir kurulma ve yeniden düzenleme sürecidir. Öyleyse bilimsel düşüncenin tarihinin durduğunu söyleyemeyiz. Varolan yalnızca sürekli kesintisiz bir dönüşüm ve yeniden düzenlenmedir. Piaget’ye göre bu düşünce bize, bilimsel bilginin doğasını açıklamamızda tarihsel ve psikolojik etmenlerle ilgilenmemiz gerektiğini gösterir. Yani, genetik epistemolojinin ilk ilkesi, psikolojiyi ciddi olarak ele almaktır.

Ama genetik epistemoloji psikoloji üzerine temellenmez. Tam tersine biraz bütünleştirmeye gidebildiğimiz her keresinde mantıksal biçimselleştirme kesinlikle asaldır; düşüncenin gelişiminde tümlenmiş yapılara vardığımız her durumda, mantıkçıyla ya da ele aldığımız alanın uzmanları ile işbirliği içinde, bu yapıyı biçimselleştirmeye çalışırız. Piaget’ye göre biçimselleştirmenin tek başına yeterli olmamasının yani olanaksızlığının kimi nedenleri vardır.

1.Tek bir mantık yoktur, pek çok mantık vardır. Bu hiçbir mantığın tek başına, insan bilgisinin toplam kurulmasın destekleyecek kadar güçlü olmadığı anlamına gelir.

2. Piaget, Gödel’in kuramından hareketle, biçimselleştirmenin sınırları olduğunu söyler. İlksel aritmetiği kapsayacak kadar zengin herhangi bir tutarlı dizge, kendi tutarlılığını kanıtlayamaz.

3. Epistemoloji, bilginin bilim alanlarında nasılsa öyle olduğu gibi açıklanmasını amaçlar ve bu bilgi gerçekte bütünüyle biçimsel değildir, başka yönleri de vardır.

Bu söylenenler ışığında genetik epistemolojinin bilginin hem biçimlenişi hem de anlamıyla ilgili olduğu söylenebilir. Yani asıl soru şudur: “İnsan zihni hangi araçlarla daha düşük gerekli bilgi durumundan daha yüksek bilgi durumuna geçer?” İşte Piaget’in genetik epistemoloji kavramıyla yanıtlamaya çalıştığı da tam olarak bu sorudur.

Genetik epistemolojinin temel varsayımı, bilginin mantıksal ve zihinsel örgütlenmesinde yapılan ilerleme ile ona karşılık düşen biçimlendirici psikolojik süreçlerin koşut olduğunu söylemektir. Burada çalışma alanının ne olması gerektiği sorunu ortaya çıkar. Piaget’nin deyişiyle:

“ Kuşkusuz en verimli ve en seçik çalışma alanı insanlık tarihini, tarih öncesi insanın düşünce tarihini yeniden kurmaktır. Ne yazık ki Neanderthal adamı ya da Homo Siniensis ile ilgili bilgimiz pek azdır.

Biyolojik türeyişe ilişkin bilgimiz olmadığından, biyologlar gibi varlıksal türeyişe bakmamız gerekir. Hiçbir şey, bu kavramların varlığına ilişkin bilgiden daha zengin olmaz, bizim için. Çevremiz çocuk dolu. Mantıksal bilgi, matematiksel bilgi, fiziksel bilgi ve benzerlerinin gelişimin inceleme şansını ancak çocukta elde edebiliriz.”

Bu noktadan sonra Piaget kendi bilgi anlayışını çocuğun bilişsel gelişimi üstünde temellendirmeye çalışır. Daha sonra çocukta mantıksal yapının gelişimini açıklar. Ve iki ayrı yönden söz eder.

İlki mecazi yön: anlık ve durağan olarak alınan durumların bir öykünmesidir. Bilişsel alanda mecazi işlevler, her şeyden önce algılama, öykünme ve gerçekte içselleştirilmiş öykünmeden başka bir şey olmayan ansal imgeleyimdir.

İkincisi olan düşüncenin işlemsel yönü ise durumlarla değil de bir durumdan diğerine olan dönüşümle ilgilenir. Örneğin, nesneleri ya da durumları dönüştüren eylemlerin kendilerini olduğu kadar, özünde dönüşüm dizgeleri olan düşünsel işlemleri de içerir. Mecazi yön her zaman işlemsel yönlere göre ikincildir ve onlara bağımlıdır. Yani Piaget’ye göre insan düşüncesi özünde etkindir. Bilmek, gerçekliği dönüşüm dizgeleri olarak özümlemektir. Bilmek, belirli bir durumun nasıl olabildiğini anlamak amacıyla gerçekliği dönüştürmektir. Bu nedenle Piaget, düşüncenin bir kopya olduğu görüşüne karşıdır. Piaget için bir nesneyi bilmek onu kopya etmek değil, onun üzerinde eylemek anlamına gelir.

Bilgiyi oluşturan dönüşümsel yapılar, gerçeklikteki dönüşümlerin kopyaları değildirler; yalnızca deneyimin bize aralarından seçme olanağını vereceği olası eşbiçimsel modellerdir. Öyleyse bilgi gelişen bir biçimde yeterlilik kazanan bir dönüşümler dizgesidir.

Mantıksal ve matematiksel yapıların soyut olduğu ama fiziksel bilginin (yani deneyime dayanan bilginin) somut olduğu kabul edilir. Ama mantıksal ve matematiksel bilgi nelerden soyutlamadır? Piaget’ye göre, bu sorunu olası iki yanıtı vardır.

Birincisi; bir nesne üzerinde eylediğimizde, bilgimizin nesnenin kendisinden edinildiği düşüncesi.. İkinci olarak; bir nesne üzerinde eylediğimizde, eylemimizi, ya da başka bir deyişle işlemi de hesaba katabiliriz. Çünkü dönüşüm ansal olarak da gerçekleştirilebilir. Bu varsayıma göre, soyutlama, üzerinde eylenen nesneden değil ama eylemin kendisinden edinilir. Piaget’ye göre, mantıksal ve matematiksel soyutlamanın temeli de budur.


Piaget’ye göre genetik epistemolojide hiçbir zaman mutlak bir başlangıç yoktur. Hiçbir zaman “işte bu, mantıksal yapıların biricik başlangıç noktasıdır.”, diyebileceğimiz yere erişememeyiz. Aynı zamanda, insan düşüncesindeki mantıksal ve matematiksel yapıların biçimlenmesinin yalnızca dil tarafından açıklanamayacağını, çünkü köklerinin, eylemlerin genel koordinasyonunda bulunduğunu vurgular. Eylemlerin bu koordinasyonun nasıl ansal işlemlere dönüştüklerini ve bu işlemlerin de nasıl yapıları oluşturduğunu tanımlamak için, işlemi dört temel özelliğiyle belirlemek gerektiğini belirtir.

1. Bir işlem, içselleştirilmiş bir eylemdir; yani düşüncede varolabileceği gibi maddesel olarak da gerçekleştirilebilir.
2. Bir işlem tersinir bir eylemdir, yani bir doğrultuda ya da onun karşıt doğrultusunda yer alabilir. Örneğin, çıkarma basit anlamda toplamanın tersinmesidir.
3. Bir işlem, her zaman biraz koruma, biraz değişmezlik önermesidir. Örneğin, 5+1=4+2 gibi.
4. Hiçbir işlem tek başına varolamaz. Burada Piaget’in yapısalcı anlayışı devreye girer. Piaget’e göre, her işlem bir işlemler dizgesine, ya da bütüncül yapı dediğimiz şeye bağlıdır.

Yapı bir bütünlüktür. Örneğin tam sayılar kümesi bir yapıdır. Bu anlamda çocukların düşünüşünde sayı kavramının gelişimini incelediğimizde, onun yalnızca işlemleri sınıflandırmaya yaramadığını, aynı zamanda iki değişik yapının bileşimi olduğunu görürüz.

Mantıksal-matematiksel yapıların yalnızca dilsel biçimlerden türediğini savunan durumun karşısında, herhangi bir bireyin düşünsel gelişimde, matematiksel ve mantıksal yapıların dilin ortaya çıkışından önce varolduğunu söyleyen belirleyici bir görüş vardır. Bu görüşe uygun olarak Piaget, dilin ikinci yılın ortalarında bir yerlerde görülmeye başladığını, ama ondan önce, ilk yılın sonlarında ya da ikinci yılın başlarında, kendi mantığına sahip olan bir pratik zekâ olan duygusal-motor zekânın var olduğunu söyler. Duygusal-motor zekayı oluşturan eylemlerde yinelenebilir ve genellenebilir olan her şey şemadır ve Piaget bunun şemalar mantığı olduğunu söyler.


Eylemlerin tasarımının birkaç değişik yolu vardır ve dil yalnızca bunlardan biridir. Bu konum sağır ve dilsiz çocuklarda dilin yokluğuna karşın düşüncenin ve mantıksal yapıların varolması gerçeğiyle desteklenir. Piaget’in bu düşüncesi, hiç kuşkusuz yirminci yüzyıl düşünürlerinin temel varsayımına aykırı bir savda bulunur.

Piaget genetik epistemolojiyle ilgili bir ayrım yapmak ister. Piaget’ye göre bir “buluş”, onu yapan insana göre yenidir ama bulunan şey dış gerçeklikte zaten varolmaktadır ve dolayısıyla yeni gerçekliğin kurulması da söz konusu değildir. Bilgi biçimlerinin insanın içinde belirlendiğini ve böylece yine, açıkçası, yeniliğin hiçbir zaman olmayacağını söyler. Oysa genetik epistemolog için bilgi, sürekli kurulmanın bir sonucudur; çünkü her anlam davranışında, bir ölçüde yenilik de vardır.


Daha önce de değinildiği üzere, bilgi sürekli gelişim içindeyse ve daha sınırlı bir bilgi durumundan daha olgun ve etkin bilgi durumuna geçiyorsa, o zaman bütün sorun, bu gelişimi anlamak ve olanaklarını çözümlemektir. Bu gelişme süreci, gelişigüzel değil, birbirini izleyen aşamalardan oluşur ve algılama alanlarında bu gelişimin kesin bir başlangıç noktası olmadığı için, oluşum evreleri içinde incelenmesi gerekir. Bu anlamda burada Piaget’nin bilişsel gelişim tasarının evrelerinden kısaca söz etmek gerekir. Piaget çocuğun bilişsel gelişimini dört ana evreye bölümler. Bunlar sırasıyla:

1.Duyusal-motor dönem

2. İşlem öncesi dönem(2–7 yaşları arası)

3. Somut- işlem dönemi(7–11 yaşları arası)

4.Soyut-işlem dönemi(11–15 yaşları arası ve sonrası)

Genel olarak Piaget’nin genetik epistemolojisini belirledikten sonra, Piaget’nin bilginin kökenine ilişkin düşüncelerini yine genetik epistemoloji anlayışı bağlamında açıklamak gerekir. Bunun için kimi yinelemelerle, genetik epistemoloji ve bilginin kökeninin, Piaget açısından ne anlama geldiğini netleştirmeye çalışacaktır. Söylendiği üzere Piaget için epistemoloji, geçerli bilginin kuramıdır ve bu bilgi durağan olmayıp bir süreç de olsa, bu süreç özü açısından daha az geçerlilikten daha çok geçerliliğe değişim içindedir. Demek ki, epistemoloji, yapısı gereği iki niteliği birbiriyle bağlantılı olarak gelişen bir konudur; çünkü bu tür bir süreç hem gereklik, hem geçerlilik sorunlarını ortaya koyar. Bu anlamda Piaget için epistemoloji:

“Salt kurgulama sınırı içinde kalmak istemiyorsa, bilimsel düşüncenin evrelerini daha çok incelemeyi ve gerçeğin bulunması için çeşitli bilim dallarının uyguladığı ansal mekanizmaları açıklamayı amaçlamalıdır. Bu nedenle bilgi kuramı, temelde düşüncenin gerçeğe uyarlanması kuramıdır.”

Bu anlamda, Piaget’ye göre genetik epistemolojinin iki temel sorusu vardır:

1. Bilginin çeşitli biçimleri nasıl oluşur?
2. Bilimin, süreç sonrasında yetersizliği kesinleşen verilmiş bir bilgi durumundan, süreç sonrasında o alandaki uzmanların yargısıyla daha üstün olduğu kesinleşen, daha ileri bir bilgi durumuna geçmesini sağlayan süreçler nelerdir?

Piaget’nin bu iki soruya yanıtları daha önce açıklanmıştı. Ama bu yanıtlar ışığında, onun bilimsel bilginin kökenine ilişkin düşüncelerini de belirtmek gerekir. Piaget için bilgilerimiz ne sadece duyumlardan ne de sadece algılamalardan kaynaklanmaz, işaret verme işlevini yerine getirdiği davranış bütününden kaynaklanır.

Zihne düşen, düşünmek değil, “dönüştürmektir” ve zihin mekanizması temelde işlemsel bir mekanizmadır. Bu işlemler, içselleştirilmiş ve kümesel yapılarda koordine edilmiş eylemlerden oluşur ve insan usunun bu işlemsel yönünü anlatmak istersek, uygun çıkış noktası yalnızca algılama değil, eylemin kendisidir.

Nasıl organizma çevreyi en geniş anlamda özümlemeden buna tepki vermiyorsa, bir nesnenin özellikleri de nesne üzerinde eylem uygulayarak bunu dönüştürmeden kavranamaz. Nesneyi bu tür bir dönüşüme sokmanın iki yolu vardır. Piaget burada daha önce de değindiğimiz eylemler üzerinde bir ayrım daha yapar. Birincisi, nesnenin yapısını incelemek için yerlerini, hareketlerini ya da niteliklerini değiştirmektir. Piaget buna görgül(empirik) eylem der. Nesnenin nitelik ve ilişkilerini sürdürmekle birlikte, kümeleme, sıralama, karşılıklı getirme, sayma ya da ölçme sistemleriyle bu nitelik ve ilişkiler eklemektedir ki, buna da Piaget, mantıksal matematiksel eylem der. İşte Piaget’ye göre, bilimsel bilgimizin kaynağı, yalnızca birer işaret işlevi gören algılamalar değil, bu iki tür eylemdir.

Piaget için tam da bu anlamda önemli olan, bu eylemlerin şeması yani bir durumdan ötekine aktarılabilecek olan genel yapılardır. Şema, algılamalardan, içsel ya da bir başka tür algıdan oluşmaz; doğrudan doğruya hareketlerin genelleştirilmesinin sonucudur ve hareketlerin algılaması değildir. Bu konuda şu soru sorulabilir: kavram, karşılığı olan algıdan daha kapsamlı mıdır yoksa daha kısıtlı mıdır?

Piaget’ye göre birbirini tamamlayan iki nedenden ötürü, kavram algıdan daha zengin ve kapsamlıdır. Birinci neden, kavramın yalnızca algısal bilgiyi dönüştürmekten ibaret olmayıp, aynı zamanda, bu algısal bilgiyi düzeltmesidir. İkinci neden, eylemin algıya ekledikleriyle kavramın daha zengin oluşudur. Yani kavram, ortak yanların soyutlanmasıyla değil, kurgulara yol açan genelleştirmelerle, kurgulardan doğar ve başlangıçtan itibaren eyleme bağlı kurgularla oluşur.

Piaget’ye göre gerçekte iki tür deney vardır.

1.Görgül Deney: klasik deney kavramının karşılığıdır. Bu deney, bilgi edinmek için nesneler üzerinde eylem yaparak, bu nesnelerden soyutlama yoluyla edinilen deneydir. Örneğin çocuk, nesneleri eline alarak deney yoluyla, bunların ağırlıklarının hacimle ilişkilerini kavrar.
2. Mantıksal-Matematiksel Deney: nesneler üzerindeki eylemlerden oluşmakla birlikte, nesnenin değil, eylemin soyutlanmasıyla elde edilir. Örneğin çocuk, çakıl taşlarını sıraya dizdiğinde ve saydığında, taşlar bir eylemin etkisiyle sıralanırlar. (çember, düz sıra). Öznenin kavradığı, taşların fiziksel özellikleri değil, sıralama ve toplama eylemleri arasındaki bağımsızlık ilişkisidir. Bu anlamda Piaget’ye göre, “saf” deneyden bağımsız bir bilgi yoktur.


Sonuçta; eğer eylem ve zeka, algılamayı değiştiriyorsa ve eğer algılama, bağımsız olmak şöyle dursun, işlem öncesi ve işlem düzeyi şematizmi ile giderek sınırlanıyorsa bilginin duyumsal kökeni, algılama alanında bile yanlış olur. Yani algılama, duyumsal bilgilerin toplanmasına indirgenemediği; zekayı öngören bir düzenleme sürecini gerektirdi ve giderek bu sürecin gelişiminden etkilendiği için bu varsayım, Piaget’ye göre yanlıştır.

Özetlemek gerekirse:

1. Bilginin çeşitli bilimleri hiçbir zaman sadece duyumdan ya da algıdan türemez, bunların yanı sıra davranış şemalarından ya da çeşitli düzeylerdeki işlemsel şemalardan da türer ve bu şemaların ikisi de yalnızca algılara indirgenemez.

2. Algı, duyumsal bilginin derlenmesinden ibaret değildir, kararların ve “çıkarsama öncesi” sezilerin rol oynadığı, eylem ya da işlem şematizminin algı üzerindeki etkilerine bağlı bir etkin düzenleme sürecini gerektirir.

Bilimsel bilgi, ortaya çıktığı her alanda, işlemsel yapısı gereği eylemden kaynaklanan insan zekâsını yansıtır. Piaget tam da bu noktada bir andırım kurarak şöyle diyor:

“ Bebeğin ilk bilgisi, hiçbir zaman nesnelerin duyum organları üzerindeki etkisinden ibaret değildir, nesneleri sinirsel-duyumsal şemalar içinde birleştiren bireyin etkin özümlemesine dayanır.”

Piaget’ye göre deneyin bir işlevi olarak öğrenme, bireyin edilgin biçimdeki etkilenişlerine değil, özümleme şemalarını uyarlamasına bağlıdır. Nesnelerin bireyin eylemiyle kaynaşması ve bu eylemin uyarlanması arasındaki dengeleme, bilginin başlangıç noktasını oluşturur ve baştan itibaren birey ile nesneler arasındaki karmaşık ilişki biçiminde ortaya çıkar.

Bilgi kuramında, bilginin kökenine ilişkin iki farklı bakış açısı vardır. Özneden hareketle bilgiyi açıklayan bakış açısı, bir de nesneden hareketle bilgiyi açıklayan bakış açısı. Piaget için bu iki farklı bakış açısından ayrı olarak bilgi, “ben”de başlamaz; nesnede de başlamaz. Bilgi karşılıklı etkileşimde başlar. Özne ve nesne arasındaki bu etkileşimler ayrı tutulduğunda ve düzenlenmemiş eylemler varolduğu sürece ne nesneler ne de özne vardır bu etkileşimlerin eşgüdümlerine neden olduğu oranda, bir tarafta özne ve bir tarafta nesnenin karşılıklı ve eşzamanlı yapılanması vardır. Bazı Marksist bilgi kuramcıları tarafından Piaget’nin bu düşüncesi üzeinde özellikle idurulmuştur. Örneğin Lektorsky’ye göre Piaget’nin genetik epistemolojisi, özneyle nesne arasında “diyalektik bir bağlantı”nın bulunduğunu doğruluyor. Bilginin kaynağı olan eylem etkileşimden doğar. Aslında bu noktada diğer bir önemli vurgu da Piaget’nin zekanın bilginin oluşumundaki rolüne ilişkin söyledikelrin yapılmıştır.

Piaget için zekâ, bilgiyi edinmek için dış ortama doğru genişleyen açık bir dizge olarak, fakat aynı zamanda da zaten varolan düzenlenmiş özellikleri içine almak için zihinsel yapıya göre kapanma eğilimdeki bir sistem olarak görülmektedir. Öyleyse bu dinamik dengeye özgü eşitlik sağlanabilsin diye açma (çevreye yanıt olarak varolan yapıları değiştirme) ve kapama (çevrenin niteliklerini varolan yapılara yükleme) arasında gidip gelen evrimsel bir ilerleme vardır. Piaget buna “dengeleme” der. Bu dengeleme durumu, özümseme ve uyumsamanın tümleyici işlemleri aracılığıyla elde edilir. Burada özümleme, yeni durumların varolan bilişsel yapılara yerleşmesini gerektirir. Uyumsamaysa, zaten varolan bir yapının çevreye tepki olarak dönüşümünü gerektirir. Zihinsel gelişim de bu ikisi arsındaki denge durumunda olur.

Tüm bu söylenenlerden sonra, sonuç olarak söylenebilir ki, Piaget için bilgi, her zaman özellikleri sınırsız olan bir dış nesnenin bilgisidir. Burada önemli olan, öznede sorun çözücü mantıksal araçların oluşmasıdır.

Jean Piaget "Genetik Epistemoloji - Çocukta Ruhsal ve Zihinsel Gelişme" PDF
Kitabı sadece kayıtlı kullanıcılar indirebilir.

Yorumlar 0

Bir yorum Yaz
Henüz yorum yok ama ilk yorumu yazan siz olabilirsiniz.!

Bir yorum Yaz