Samuel Beckett'in yazdığı ikinci roman olan "Watt", yirminci yüzyılın önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Beckett'in imzasını taşıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında yazılmasına ve Beckett'in Fransız direnişine aktif olarak katılmasına rağmen, bu roman savaşla ilgili herhangi bir şey içermiyor. Peki, bu roman neyle ilgili? Aslında hiçbir şeyle!
Romanın bir olay örgüsü yok, çünkü olay yok. Karakter deseniz, Watt veya Bay Knott gibi karakterler ne kadar gerçek sayılabilirse o kadar varlar. Parlak cümleler ya da James Joyce tarzı dil oyunları arıyorsanız, ne yazık ki bu kitapta bulamazsınız. Hatta simgelerle dolu bir metin arıyorsanız da dikkatli olmalısınız; Beckett, son cümlesinde "Yazdıklarımda simgesel anlam arayanların boynu altında kalsın" diyerek bu beklentileri doğrudan reddediyor.
Peki bu romanda ne var? Watt adında bir adam var; gülmeyi bilmeyen, sessiz sinema karakterleri gibi garip bir şekilde yürüyen, tuhaf bir şekilde konuşan biri. Watt, "anlamsal kesinlik" peşinde, her şeye kendi adını verme ihtiyacı içinde ve en sıradan işleri bile (örneğin bir köpeğe yemek vermek gibi) zihninde en akılcı şekilde yeniden kurguluyor. Metin, bu tür ayrıntılı ve bazen de sıkıcı olabilecek düşüncelerle dolu. Kimi okurlar için iç bayıcı, kimi okurlar için ise oldukça eğlenceli olabilir.
Watt, Bay Knott'un evine uşak olarak giriyor, bir süre orada kalıyor ve sonra ayrılıyor. "Olay" bundan ibaret. Arada birkaç grotesk karakter metne dahil oluyor ve çıkıyor. Hepsi bu! Ancak Beckett'in bu basit kurgu içinde olağanüstü bir kara mizah sunduğunu belirtmek gerek. İnsan türünün soyluluğu denen şeyin ve özellikle de insan zihninin saçmalıklarının acımasız bir şekilde gözler önüne serildiği, yalın ve karmaşık olmayı olağanüstü bir şekilde birleştiren bir dil var karşımızda.
"Watt", güldürürken can acıtan, düşündüren bir kitap. Zor metinleri okumayı göze alanlar için ise vazgeçilmez bir eser.
Yorumlar 0
Bir yorum Yaz